“İki çeşit yönetim biçimi var; biri hukuk yoluyla yönetim (rule by law), diğeri suç yoluyla yönetim (rule by guilt).”
Benim kötü çevirime takılmayın; İngilizcede ‘rule by law’ denen şeyi biz ‘Hukukun üstünlüğü’ olarak kavramsallaştırıyoruz.
Şaka falan ama aslında gerçeğe de büyük ölçüde oturuyor İngiliz siyaset bilimcinin söylediği.
Örneğin Türkiye’de biz suç yoluyla yönetiliyoruz, yani İngilizcesiyle ‘rule by guilt’ ile.
Ama bu hatırlatmaya, yani kendimizden başka kimsenin yaşamadığı bir ‘Türkiye gezegeni’nde değil, başka milletlerle paylaştığımız bir gezegende yaşadığımız gerçeğini hatırlamaya ihtiyaç duyduğumuz bir dönemden geçiyoruz.
Türkiye, beğenelim beğenmeyelim, Avrupa Birliği isimli siyasi/ekonomik birlikle tam üyelik müzakeresi yürüten ve aynı zamanda kendine ‘demokrasi’ diyen ülkelerin hukuk sistemlerini birbirine benzetmeyi amaçlayan Avrupa Konseyi sistemi içinde bir ülke.Eğer Avrupa Konseyi’nin kural ve standartlarının dışına çıkışımızı kalıcılaştıracak olursak, sadece AK’den değil Avrupa Birliği’nden de dışlanacağımız kesin. Hoş AB bizi zaten içine almıyor ama yine de, onun çevresinde olmak, o örgütle gümrük birliği ilişkisinde olmak bile ülke refahına inanılmaz katkıda bulunuyor. Sistemin dışına çıktığımızda uğrayacağımız kayıp hayal edilemez boyutta.
İKİ KALEMDE 40 MİLYAR DOLAR EKSİK GELİR
Bir basit örnek: Etrafımızda savaş var, Türkiye’de terör arttı, Rusya ile siyasi sorunlar yaşadık, imajımız bozuldu ve turizm sektöründe ciddi kayba uğradık. Türkiye 2014’te 34 milyar dolar, 2015’te ise 31.5 milyar dolar turizm geliri elde etmişti; 2016 beklentimiz 20 milyar doların altında bir miktar olacak. Tek bir sektörün kaybı 15 milyar dolara yakın anlayacağınız.
Kısa zamanda aslında hedefin Cumhuriyet gazetesinin yönetim kurulu, editoryal yönetimi ve neredeyse bütün köşe yazarları olduğu ortaya çıkıp, buna bir de suçlamanın aynı anda hem FETÖ’ye hem de PKK’ya destek iddiası olduğu belli olunca, durumun vahameti iyice ortaya çıktı.
Cumhuriyet gazetesi benim yetiştiğim, gazeteci olduğum yer. 12 Eylül’ün karanlığını orada yaşadım, gazetenin kapatıldığını, yazarlarının gözaltına alındığını, başyazarının yargılandığını gördüm. O zamanlar, gazetenin neredeyse tümüyle yargılandığı 12 Mart dönemi hatırlatılırdı içeride.
Kimse adını bilmezken Fetullah Gülen tehlikesine dikkat çeken gazetenin adıdır Cumhuriyet; o araştırmaları yapan Hikmet Çetinkaya da şu an FETÖ’ye yardım iddiasıyla gözaltında.
Gazete yönetiminin PKK’lı olması, FETÖ’cü olması... Bunlar akla ziyan suçlamalar.
Albert Einstein’ın özel ve genel görelilik teorileri evreni anlamamıza yardımcı oluyordu; kuantum teorisi ise atomun içinde olup bitenleri tahmin etmemize.
Ama çok kısa zamanda bu ikisinin aslında aynı şey olduğunu gördük; o günden beri de, aynı anda hem atomu hem de evreni açıklayacak bir ‘büyük birleşik teori’ peşindeyiz.
Böyle teoriler yok değil. Örneğin sicim teorisi. Veya süpersimetri dediğimiz teori. Sonra bir de, yetersiz olduğu bilinse de, ‘Standart Model’ adı verilen modelimiz var.
EVRENİN
Ama MİT adli bir kurum değil; adı üstünde, işi istihbarat üretmek.
Bir konuda istihbarata sahip olmakla mahkemede kullanılabilir nitelikte ‘delil’e sahip olmak aynı şey değil; MİT’in işi o delilleri üretmek hiç değil.
FETÖ ile mücadele savcılıklar ve onun emrindeki adli kolluk, yani polis tarafından yürütülmek zorunda.
Bizim adli düzenimiz ve ceza usul hukukumuz, Türkiye çapında bir savcının görev yapmasına engel. Yani FETÖ soruşturmaları tek tek illerde, ilçelerde yapılacak, yapılıyor.
“Başkanlık sistemi” diye tartışıyoruz ama bu sistemi neden istediğimizi bir türlü söyleyemiyoruz.
Veya “Biz parlamenter sistemden yanayız” diyoruz ama ‘parlamento hükümeti’ni neden diğer hükümete tercih ettiğimizi bir türlü söyleyemiyoruz.
Hükümet biçimini konuşuyoruz ama sanki ülkemizde kuvvetler ayrılığı zaten mükemmelen varmış da, tek eksiğimiz yürütmenin göreve gelme biçimiymiş gibi davranıyoruz.
Bu gelecek hayallerinden biri de, yapay zekâyla ilgili.
İnsanoğlu, belki bilgisayarların icadından beri insan gibi düşünen makineler yapma hayali kuruyor.
Bugün Türkiye’de bile ‘robot’ diye bir kelimeyi kullanıyoruz ama pek azımız bu kelimenin neredeyse 100 yıl önce Çek bir bilimkurgu yazarı tarafından uydurulduğunun (ve Çek dilinden geldiğinin) farkındayız.
Bugün hayatımızda, mutfağımızdan işyerimize kadar pek çok yerde robotlarımız var ve bunların hepsinin önceden hayal edilmiş şeyler olduğunu, önce birilerinin bunların hayalini kurduğunu düşünmüyoruz bile.
Benim anladığım, Devlet Bahçeli MHP’nin kabul edebileceği türden bir değişiklik önerisi gelirse, bu önerinin referanduma sunulması için gereken desteği vereceklerini beyan etti.
Yani Meclis önümüzdeki günlerde ciddi bir Anayasa değişikliği paketi için çalışacak.
An itibarıyla soru şu: Adalet ve Kalkınma Partisi nasıl bir başkanlık sistemi önerisi getirecek? AK Parti, başkanlık sistemi mi önerecek, partili cumhurbaşkanlığı mı?
Başkanlık sistemi dediğimiz şey için, Anayasamızın gövdesini oluşturan ‘Cumhuriyet’in Temel Organları’nı belirleyen üçüncü kısmının neredeyse tamamıyla oynamak gerekiyor. Bu kısım, yasama, yürütme ve yargı organlarının işleyişini belirleyen en önemli kısımlardan biri. Yani kuvvetler ayrılığı rejimi ve her erkin gücünün sınırları bu kısımda belirleniyor.